Savaşın Kaybedeni Polonya mı?

Polonya'nın İlk Paylaşımının Alegorisi - Noël Le Mire

Rusya-Ukrayna savaşı başladığından bu yana öne çıkan ve savaşı fırsata çevirmeye çalışan ülkelerden biri Polonya oldu. Polonya tarihsel koşullar gereği ne zaman başını kaldırsa doğu ve batı Avrupa arasında ezilmiş ve pay edilmiş bir ülke. Bu travmanın sonuçlarını ülkeyi ziyaret ettiğinizde görüyorsunuz. Şehirler büyük anıtlarla ve Polonyalılık bilincine işaret eden yazılarla, sembollerle dolu. Polonya milliyetçiliği kuru ve seküler bir milliyetçilik değil. Bir kiliseye girip “Leh olmak Katolik olmaktır,” yazısını görebilirsiniz. Leh kimliği Katolik Hıristiyanlıkla iç içe geçmiş durumda. Bu haliyle de Protestan batı komşularından ve Ortodoks doğu komşularından farklılar ve milliyetçileri içten içe kendilerini üstün görüyorlar. Ne de olsa soğuk savaşın ortasında komünizmin çökmesinde aktif olarak rol alan bir Papa çıkarmak her ülkeye nasip olacak bir ayrıcalık değil.

Polonya devletine ve Lehlere has daha iyisi olabilirdik, ama Almanlarla Ruslar bizi sömürgeleştirerek izin vermediler fikri, sahip oldukları eziklik duygusu ve bunun neticesinde yaşadıkları hezeyanlar ve hırçınlık komünizm sonrası Polonya siyasetine damga vurdu. Polonya Avrupa Birliği üyesi olduktan ve ekonomisini nispeten düzelttikten sonra tedricen AB bürokrasisiyle arasına mesafe koymaya ve AB değerlerini fazla liberal bularak eleştirmeye başladı. Rusya çökmüştü ve bir tehdit oluşturması mümkün görünmüyordu. İlk hatası bu değerlendirme olmalı. AB’yse İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendine gelmeye çalışan Batı Avrupa’nın ve bilhassa Almanya’nın Amerikan gölgesinde kalmış ve uluslararası politikada özgür olmayan bir projesi olarak görülmeye başlanmıştı. Avrupa Birliği, özellikle hükümetteki Adalet ve Kalkınma (PiS) partisi tarafından uygulanan Polonya'nın yargı reformları konusunda endişelerini ifade etti. Bu reformlar, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Mahkeme'nin yapısında değişiklikler içeriyordu. AB ve birçok hukuk uzmanı, bu değişikliklerin yargının bağımsızlığını tehlikeye atabileceğini iddia ettiler. Polonya, yargıçlara yönelik disiplin tedbirlerini tanıttı ve bu tedbirler, yargı üzerinde siyasi etki yapma potansiyeli nedeniyle eleştirildi. AB, bu tedbirlerin yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü prensiplerine aykırı olduğunu savundu. Ayrıca Polonya'nın LGBTQ+ hakları konusundaki tutumu, belirli yerel belediyelerin "LGBTQ+ özgür bölgeleri" ilan etmesiyle birlikte, AB'nin eşitlik ve ayrımcılık karşıtı prensipleriyle çatışmaya yol açtı. AB, AB içinde temel hakların ve ayrımcılık karşıtı prensiplerin ihlali konusundaki potansiyel endişelerini dile getirdi. Dahası Polonya'da basın özgürlüğü konusunda endişeler dile getirildi ve kamu medyası kuruluşları üzerinde hükümet kontrolü veya etkisi iddiaları ortaya atıldı. Medya çeşitliliğinin ve bağımsızlığının eksikliği demokratik prensipleri potansiyel olarak tehlikeye atabilir. AB, AB fonlarının dağıtımını hukukun üstünlüğüne bağlı hale getirmek için bir mekanizmayı yürürlüğe soktu. Polonya, bu mekanizmanın politik amaçlar için kullanılabileceğini iddia ederek bu konuda çekincelerini dile getirdi. Hukukun üstünlüğü konusundaki endişelere yanıt olarak, AB Polonya aleyhine Madde 7 prosedürünü başlattı. Bu prosedür, Polonya'da "hukukun üstünlüğüne sistematik bir tehdit" bulunduğuna karar verilirse Polonya'ya yaptırımlar getirebilir. En önemlisi Polonya, Orta ve Doğu Avrupa'daki diğer birçok AB üye ülkesiyle birlikte, göç ve sığınma politikalarında AB'den farklı görüşlere sahipti, özellikle mülteci kotaları bağlamında. İşte burada Polonya’nın esip gürlediği, ama AB’nin eleştirilerinde pek de haksız olmadığı ortaya çıkacaktı. İç politikada göçmen karşıtı söylemleri etkin kullanan Polonya hükümeti bu günlerde ucu en üst seviyelere uzanan bir vize skandalıyla çalkalanıyor. İddialara göre Afrika ve Asya’da on binlerce belki de yüzbinlerce kişiye 5 bin dolardan başlayan fiyatlarla Schengen vizeleri verilmiş ve bu insanların yasal olarak Polonya üzerinden Avrupa’ya göç etmesi sağlanmış. Elbette gelenler Polonya’da kalmak yerine Batı Avrupa’nın yolunu tutunca araştırma derinleştirildi ve işin ucu Polonya’daki hükümete dayandı.

Bu skandal ve öncesindeki inatlaşmalar NATO’nun doğuya yayılma politikasında Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinin kendi pozisyonlarını iyi değerlendirmediğini, uzun yıllar Sovyet baskısı altında yaşayan bu ülkelerin bir kısmında demokratik kurumların ve Batı değerlerinin oturmadığını, ama daha da önemlisi AB fonları ve politikalarıyla ekonomisi toparlanan Polonya gibi ülkelerin kendilerini dev aynasında görmeye başladığını gösteriyor.

Polonya savaşın başından bu yana Almanya’yı eleştiriyor, yeterince destek olmamakla suçluyordu, ama Eylül 2023 itibariyle, seçimlerden hemen önce milliyetçi söylemleri yükseltti ve Ukrayna’nın kendisine yönelttiği tahıl satışına engel olma eleştirisini bahane ederek Ukrayna’ya artık silah göndermeyeceğini beyan etti. Polonya bir kere daha söylem ve aktivitede birbirine tamamen zıt iki noktada durmayı başardı. Peki bu politika değişikliğinin tek sebebi tahıl konusundaki sürtüşme ve bunun seçim malzemesi yapılması mı? Şüphesiz ki bu işin bir boyutu, ancak İkinci Dünya Savaşı ve Sovyetlerin yıkılmasından bu yana varoluşu için gerçek bir tehdit görmeyen Polonya ilk defa içine düştüğü daha doğrusu kendi ayaklarıyla içine girdiği durumu kavramışa benziyor.

NATO Kuzey aksında genişleme planlarını ilk açıkladığında Baltık ülkelerinin ve Polonya’nın sevincine şaşırmıştık. Ne de olsa bu ülkelerin ittifak içindeki önemi jeopolitikti ve bulundukları bölgeyle doğrudan alakalıydı. 2014 yılında İsveç karasularında, daha doğrusu burnunun dibindeki iç denizde Rus denizaltısı aradığını duyurunca gözler tekrar Baltık bölgesine çevrilmişti. Ne de olsa Rusya’nın güneydoğu Baltık bölgesindeki tek limanı Almanya’dan ilhak edilen eski adıyla Königsberg (İmmanuel Kant’ın doğum ve ölüm yeri dersek Alman tarihi ve kültüründeki yeri biraz olsun anlaşılır) yeni adıyla Kaliningrad Oblastı İsveç’e bir taş atımı uzaklıktaydı ve Rus anakarasıyla arasında Rus uydusu Belarus ve Polonya ile Baltık ülkeleri vardı. Denizaltı eğer Petersburg bölgesinden gelmediyse askeri yığınak yapılmış Kaliningrad’dan yola çıkmış olmalıydı. Polonya ve Baltık ülkeleri bu denklemde Rus anakarasıyla Baltık Denizi’nin güneydoğusu ve daha geniş ölçekte Almanya arasında bir tampon bölge oluşturmaktı. Polonya, Suwałki koridorunun önemini bildiği için ittifaktaki yerini ve kendisine sağlanacak desteği koşulsuz görüyor olmalıydı. Suwałki Koridoru veya Suwałki Boşluğu, Kuzeydoğu Avrupa'da bulunan dar bir arazi şeridi. Bu, Polonya'yı Litvanya ile birleştiren ve bu iki ülke arasında yer alan bir arazi koridoru ve bu iki ülkenin sınırı boyunca uzanıyor. Koridor yaklaşık olarak 104 kilometre uzunluğunda ve genişliği 4 ila 100 kilometre arasında değişmektedir.

Suwalki Koridoru

Suwałki Koridoru stratejik öneme sahip çünkü bu, Baltık Devletleri'ni (Litvanya, Letonya ve Estonya) Avrupa Birliği'nin geri kalanıyla bağlayan tek kara bağlantısını temsil ediyor. Bu koridor, batısında Rusya'nın Kaliningrad Oblastı ve doğusunda Belarus ile sıkışmış bir konumda ve NATO'nun doğu cephesinde potansiyel olarak savunmasız bir nokta olabilir. Konumu nedeniyle, Suwałki Koridoru, özellikle NATO'nun en doğudaki üye devletlerinin bağlamında güvenlik ve savunma görüşmelerinin odağında. Muhtemel askeri saldırıları veya kesintileri önlemek için endişeler bulunmakta ve NATO, bu koridorun savunması ve güvenliğini sağlamak için Baltık bölgesindeki varlığını güçlendirmek için adımlar attı. Bu, Avrupa'daki NATO'nun doğu cephesinin güvenliği için kritik bir alan olarak görülmekte. Belki de görülmekteydi demeliyiz.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle beraber dengeler değişti ve bugüne kadar tarafsız kalmış Finlandiya ve İsveç NATO üyesi yapıldılar. Artık Kaliningrad’dan yola çıkan Rus denizaltıları İsveç sularına girerlerse (ki biraz zor) iki değil on defa düşünecekler. Diğer yandan kuzey kutup dairesine kadar uzanan 1500 kilometrelik Finlandiya-Rusya sınır hattı da şu anda NATO sınırı haline geldi ve Rusya artık kuzey bölgesini önemsemeden ya da Fin savunma hattını ve ardından İsveç’i rahatlıkla geçebileceğini düşünerek Suwałki koridoru tehdidini devam ettiremeyebilir. Petersburg’dan yola çıkacak gemiler Finlandiya körfezinde kuzey, güney ve batıda NATO ülkelerinin arasından geçmek zorundalar. Baltık ülkelerinin üzerinden bir yük kalkmış gibi görünse de Polonya NATO savunma doktrinine dair temel bir fikri idrak etmiş olabilir. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Soğuk Savaş döneminde Türkiye üzerinden bir Sovyet saldırısı beklenirken NATO savunma planları Sovyetlerin çok hızlı bir şekilde Doğu Anadolu’yu ele geçireceği, yüz yüze çarpışmaların Batı Anadolu’da başlayacağı üzerine şekillenmişti. Bu doktrin bölgeye yapılan ekonomik yatırımların ve altyapı yatırımlarının az olmasının sebeplerinden biridir ve Türkiye için faturası PKK probleminin ortaya çıkması ve Suriye İç Savaşı’yla beraber çok ağır olmuştur.

Polonya’nın batısından başlayacağınız bir tren yolculuğunda başkent Varşova’ya kadar olan bölge Almanya’ya benzer, ama bir seviye altında kalkınmışlık sergiler. Bu bölgedeki en iyi trenler Almanya’da ikinci en iyi trenin kalitesine tekabül eder mesela. Tren istasyonları nispeten sık ve bakımlı, istasyonların etrafındaki bölgeler kalkınmış ve hareketlidir. Varşova’dan sonra eski Sovyet modeli, nostaljik ama eski trenlerle, tek tük istasyonlarda durarak Belarus sınırına kadar gidebilirsiniz. Bu bölge daha tenhadır, ülkenin batısı kadar kalkınmış değildir ve güzel doğasını hala tarımsal üretime bağlı olmasına borçludur. Fakirlik ve altyapı sorunları devam etmektedir. Doğu ve batı arasındaki bu farkın sebebi batı bölgesinin Almanya hakimiyetinde kalmış, Alman ekonomik ve kültürel sistemine eklemlenmiş olmasıdır. Almanya, Polonya’nın batısında altyapıyı iyi kurmuşlardır. Doğu bölgeleri ise Rusya tehdidi ve hakimiyeti altında kalmış, haliyle yatırım görmemiştir. Sosyalist dönemde dahi batı aradaki farkı korumuştur. Hasılı, Polonya tarihin garip bir cilvesi olarak soğuk savaş döneminde doğudan gelen Rus tehdidini NATO şemsiyesi altında karşılamak zorunda kalan ve bu sebeple bazı altyapı yatırımlarını erteleyen Türkiye’yle benzerlikler göstermektedir. Türkiye’nin şansı 3 tarafının denizlerle çevrili olması ve ağır aksak da olsa yürüttüğü denge politikası ve Kıbrıs Barış Harekâtı neticesinde başlayan ambargo döneminde temellerini attığı savunma sanayii atılımları sayesinde bölgesel olarak daha otonom davranabilmesidir. Polonya konumu gereği bu esneklikten uzak.

Almanya - Polonya

Bu eksiklikler Polonya’nın kendini dev aynasında görmesine ve Almanya’yla aşık atıp AB içinde başını Polonya’nın çektiği ve Batı Avrupa merkezli AB bürokrasisine tepkili, Amerika’ya onlardan vazgeç beni oyuna al diyen bir seksen kurmaya çalışmasına engel olmadı. Alman ekonomisinin Polonya’nınkinden bir kaç kat büyük olması Polonya’yı bu rüyadan uyandırmadı. Dahası Almanya Polonya’nınkinden iki kat fazla nüfusa Polonya’nın 37 milyon vatandaşına sunduğundan çok daha iyi imkanlar sunuyor. Polonya bu imkanlara ve üretim bandına göz dikerken aralarındaki bir kısmı kozmetik olan benzerliklere güvenmiş gibi duruyor. Yoksa Batı Avrupa’daki güç odaklarının kurduğu sistem ve güç ilişkileri içinde kalkınmış gibi görünen, ama aslında kendine hayrı olmayan Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerini peşine takıp alternatif bir AB yaratma, Avrupa’nın başına geçmeye hayalleri kurmanın başka açıklaması olamaz.

Son açıklamalarla ayakları yere basmış gibi duruyor. Amerika’nın Avrupa’daki yeni prensi olmaya çalışırken bir anda ikinci değil üçüncü plana atıldı. NATO insani ve ekonomik gelişmişlik indekslerinde Almanya’yla aşık atabilecek kadar gelişmiş Finlandiya ve İsveç gibi iki yeni üye kazandı. Avrupa’daki NATO sınırı Kuzey Buz Denizi’nden başlıyor ve Girit’te bitiyor. İttifak elbette Polonya’ya bir saldırı olursa karşılık verecektir, yine de bu süreçte ağırlığın kuzey eksenine kaydığı ortaya çıktı. Polonya NATO desteğine rağmen ciddi kayıplar verebilir. Daha önemlisi Kuzey sınırının genişlemesiyle beraber stratejik önemi azaldı ve böylece pazarlıkta kendini zora soktu.

Bütün bu şartlar altında Polonya’nın seçimlerin de etkisiyle iç siyasete ağırlık verip içe kapanması, kendi savunmasını geliştirmeye çalışması beklenmeyen bir durum değildi. Polonya zamansız bir oyun oynadı ve bu oyunun başında gelişmekte olan ülkelere vize satma vizyonsuzluğuna sahip bir ekip vardı. Öngörüsüz ve kendini olduğundan daha önemli, daha güçlü gören Polonya NATO genişlemesiyle kendine geldi ve oyun kurmaya çalışırken oyunun dışına itildiğini gördü. Mevcut şartlar altında vize satan bir çetenin eline düşüp emperyal güç olma hayalleri kuran Polonya’nın bütün bu olanlara itiraz edecek ve gidişatı değiştirecek gücü yok. Elinde kalanı koruma derdine düşerek daha da içine kapanması şaşırtıcı olmaz.