Almanya’nın Yol Ayrımı: Türkiye’yle Yakınlaşma Olacak mı?
(Güncel yorum ve analizler için X.com (Twitter) hesabımızı takip edebilirsiniz: Analysint - For content in English please visit Analysint's Page at Substack)
Almanya özel bir ülke. Coğrafya kaderdir sözünün karşılığı adeta. Avrupa’daki konumu gereği kolonileşme döneminde yaşadığı zorluklar, uluslaşma süreci sıkıntıları, coğrafi ve iklimsel konumunun getirdiği ileri derece organize olma gerekliliği ama diğer yandan tarih boyunca bir türlü başını kaldırmasına izin verilmemesi Almanya’nın potansiyelini kullanmasına engel olmuş. Diğer yandan Kıta Avrupa’sının Fransa’yla beraber motoru olagelmiş bir ülke. Alman dehası, Almanca konuşulan topraklarda bilimden felsefeye, siyasetten askeriyeye damga vurmalarını sağlamış. Bariz üstünlüklerine rağmen hak ettikleri yerde olmadıkların düşünen Alman elitlerinin bu tutukluğu aşmak için giriştikleri dünya savaşları maceraları işleri Almanya için her defasında daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmuş. Bilhassa Nasyonal Sosyalizm döneminde Hitler gibi bir akıl hastasının önderliğini kabul eden iş dünyası ve Prusya elitleri, direksiyonu niteliksiz ve öngörüsüz birine vermenin cezasını çok ağır çekmişler, hala da çekiyorlar. Zira Almanya, savaşın diğer kaybedeni Japonya gibi, bir Amerikan kolonisi.
Klasik bir koloni değil, ama Soğuk
Savaş döneminin kutuplaşma ortamında zaten savaşı kaybettiği için yeniden
dizayn edilirken taraf seçmeyi bırakın pek çok konuda inisiyatif alma şansı dahi
yoktu zaten. Amerika Nazi’lerin askeri anlamda üstünlüğünü sağlayan, başta
roket bilimciler olmak üzere pek çok biliminsanını ve Gehlen Organizasyonu’nda
görev almış rütbelileri NATO bünyesinde istihdam ederek kendi askeri
üstünlüğünü katmerlemekle kalmadı istihbarat anlamında da fersah fersah öne
geçti. Almanya’yaysa ordusuz, belirli bir tonaja kadar gemi üretmesi yasak ülke
rolü verildi. Herkes Berlin’i, Checkpoint Charlie’yi ve Rus işgalini hatırlıyor
ancak daha düne kadar güney bölgesinde Fransız askeri varlığı mevcuttu. Bugün
bölgedeki Üniversiteler Fransız’ların 90larda boşalttığı kışlaları idari bina
ya da yurt olarak kullanıyor.
Savaşta aşağılanarak yenilmiş, mücevher
misali güzelliğe sahip şehirleri binlerce on bombayla yakılıp yıkılmış,
kadınlarına tecavüz edilmiş Almanya üstüne bir utanç sarmalına sokuldu. Bunların
kötü olduğunu iddia etmiyorum. Dünyayı birbirine katıp üstüne akıl almaz
insanlık suçları işlerken sonunu düşünmediler. Diğer yandan paradoksal şekilde
bu kadar aşağılanmaya rağmen, muhtemelen Soğuk Savaş dönemindeki konumu ve
Alman halkının her darlandığında, köşeye sıkışmış hissettiğinde Dünya’yı
birbirine katması gibi sebeplerle Marshall Planı ve Marshall yardımlarıyla ihya
edildi ve bir refah toplumu haline getirildi. Burada Freiburg Ekolü denen ordo-liberalist
ya da sosyal liberal görüş kullanıldı. Kısaca eğitim, sağlık gibi hizmetlerin
kamusal olması, küçük ve orta ölçekli işletmelere ticaret serbestisi tanınması,
ama devletin bireysel özgürlüklere ve yatırımcılığa çok karışmadan özellikle
büyük ölçekli şirketlerin güçlenerek demokrasi ve halkın refahına tehdit
olmasının engellenmesi için ekonomiyi regüle etmesi üzerine kurulu bir düşünce.
Savaş sonrası bütün dünyada gerçekleşen büyümeden Almanya payını fazlasıyla
aldı. Gelişmiş ekonomisi, nitelikli iş gücü, çalışma ahlakı, diğer yandan Türk
misafir işçilerin sömürülmesiyle büyük bir refah ortamı yaratıldı.
Diğer yandan Alman toplumu savaş
suçları ve Nazi geçmişiyle gerçekten yüzleşmedi ve bu ağlar devam ettiler. Doğu
Almanya sosyalist baskı altında kaldığı için özellikle o bölgelerde Berlin
duvarının yıkılmasının ardından hayattan beklentisi olmayan mutsuz yeni nesilde
de büyük karşılık buldular.
Yükselen Aşırı Sağ
Bugün AfD şeklinde tezahür eden,
popülizm ya da aşırı sağ olarak adlandırılan fenomen bu geçmişin devamından
başka bir şey değil. AfD defaatle ispatlandığı ve kendilerinin de aslında
saklamaktan çekinmediği şekliyle 1945’te yarım bırakmak zorunda kalınan sürecin
organik devamı. Bu demek değil ki tarih tekerrür ediyor. Fikirlerin devamlılığı
koşullar ve süreçlerin devamlılığı anlamına gelmiyor. Alman Anayasayı Koruma
Teşkilatı korkusuyla derinden hareket etmek zorunda kalan AfD Avrupa identiter
hareketlerinin içinde olduğu bir şebekenin parçası. Bu şebekenin bir tarafıysa
Rusya tarafından finanse ediliyor. AfD’nin Rus odaklarla ilişkisi biliniyor. Diğer
yandan bu Afd’yi doğrudan Rusçu yapmıyor. Pragmatistler ve kendi içlerinde de
rekabet eden gruplar var.
Diğer yandan Elon Musk son haftalarda
Avrupa ve Dünya’daki seçimlere karışma işini bir adım ileri götürerek açıktan
AFD’ye desteğini açıkladı. Bu da tesadüf değil. Suriye İç Savaşı’nın bitmesiyle
ve bölgede nispi normalleşmenin başlamasıyla Obama ve Biden dönemlerinde Suriye’de
varlık gösteremeyen Avrupa devletleri diplomasi atağına kalktılar ve Colani’yle
görüşmek için sıraya girdiler. Bu görüşmelerin diğer arafı da Türkiye’yle yapılan
diplomasiydi. Fransa hala bölgede emperyal emelleri olduğunu ima eden hareketlerde
bulunurken dış kapının mandalı etkisiz eleman Yunanistan bölgedeki Arap Ortodoks
Hristiyan’ların Rum dolayısıyla Yunan olduğunu iddia edip rol çalmaya
çalışıyordu.
Bağımsızlık Yolunda
Bu süreçte en beklenmedik hamle
Almanya’dan geldi. ABD Suriye’ye çöreklenmiş ve Suriye topraklarını IŞİD
korkusunu kaşıyarak aldığı Batı desteğiyle işgal etmiş PKK/YPG’nin ana aktör
olmasını isterken Almanya önce Ukrayna’ya asker ve Taurus füzeleri
göndermeyeceğini belirtti ardından FAZ gazetesinde çıkan bir yazıda YPG’nin
göründüğü kadar masum olmadığı ve Türkiye’nin YPG’yi bölgeden kazımasının kötü
olmayacağı fikirleri beyan edildi. Aynı zamanda yoğun bir diplomasi trafiği
yaşanıyor ve Alman makamları benzer bir tavır sergiliyorlar.
Almanya Biden döneminde standart bir
muameleyle konu dışı bırakılmışken, Trump döneminde Rusya’nın kucağına atılacak
ve kur manipülasyonu yaptığı iddiasıyla ekonomik olarak dar boğaza sokulacak
gibi duruyor. Elon Musk’ın kullanışlı aptal ve Almanya’nın hakiki düşmanı AfD
yapılanmasına göz kırpmasının sebebi yeni bir sömürge yönetimi aramaları.
Mevcut Alman derin devleti Avrupa ordusu gibi konularda aktifleşiyor, Çin dahil
her aktörle görüşmeye hazır ve diğer yandan yalnız kalmamak için NATO şemsiyesi
altında sürekli zora soktuğu Türkiye’ye karşı Birinci Dünya Savaşı öncesine
benzer bir muhabbet besler görünüyor. Eurofighter Typhoon satışının gündeme gelmesi
dahi ABD’yi alarma geçirmiş olmalı.
Uzun uzun yazmayacağım, bir başka
yazıda bu konuya eğilmiştim (Batı'nın İkiyüzlülüğü ve Avrupa'da Yükselen Popülizmin Ahmaklığı), ancak Avrupa aşırı sağının yükselişinin
Türkiye’de yankı bulması önemli bir sorun. Avrupa’nın eski sisteminin
işlerliğini yitirmesinin yarattığı hoşnutsuzluk insanları alternatifler aramaya
yönlendiriyor. Karmaşık problemlere basit çözümler sunan ve korku satarak seçmenin
en temel ve manipüle edilmesi en kolay duygularına hitap eden popülistler
gerçek bir alternatif değil. Aşırı sağ aynı zamanda ırkçı ve İslam düşmanı. Bu yüzden
görünürde birbirine kanlı bıçaklı düşman olan neo-Nazi’ler ve kimlik siyasetçisi
kültürel Marxist grupların son dönemde yakınlaşmaya başlaması tesadüf değil. Bu
gruplar bir yandan birbirlerine faşist ya da “woke” şeklinde hakaret ederlerken
diğer yandan “Suriye’de IŞİD tekrar diriliyor, Türkiye IŞİD taraftarı, Kürt’lere
destek olmalıyız,” kara propagandasını bir ağızdan bağırmaları dikkat çekici. PKK/YPG
yerine Kürt’ler diyerek bu terör gruplarının bölgedeki bütün Kürt’leri temsil
ettiği propagandası da yapılıyor. Türkiye bütün bu yapıların içerideki
uzantılarıyla mücadele etmek zorunda. Biri diğerinden iyi değil. Yurtiçinde de
sol ve ırkçılık derecesinde aşırı sağ görüşlere sahip ve görünürde birbirine
karşıt grupların Suriye’de hezimete uğramış gibi davranmaları ve şirazeden
çıkmaları bu fenomenin ülkemizdeki izdüşümü.
İşte bu bağlamda Almanya’nın Suriye’de
Türkiye’yle bazı konularda ortak tavır alması Alman derin siyasetinin bu oyunu
gördüğünü ve köprüden önce bir son çıkış aradığını gösteriyor. Bu tavır Almanya’nın
Türkiye’yle dost olduğu anlamına gelmiyor, ama çıkarlar üzerinden bir
yakınlaşma sağlıklı diplomatik kanallar kurulması ve uzun vadeli yakın
ilişkiler geliştirilmesi açısından önemli. Sol ya da sağ kimlik siyaseti
küresel sorunların çözümü değil. Biri atomize kimlikler üzerinden temel sorunların
tartışılmasını engellerken diğeri identiter gibi yaftalarla düpedüz ırkçılık
peşinde koşuyor ve aynı zamanda pragmatist politikasıyla kullanılmaya hazır bir
maşa olduğunu gösteriyor. Dün Rusya’nın bugün Elon Musk’ın kucağına oturmalarının
sebebi bu omurgasızlık.
Türkiye’yse imparatorluk mirasının bir
gereği olarak bölgede dini ve etnik gruplar arasında denge ve barış ortamını
destekliyor ve bunu bozacak, dış güçlerin maşası olarak davranacak güçleri
engellemeye çalışıyor. İsrail’e karşı gösterilen tavrın bir sebebi de bu. Almanya
geç de olsa derin NATO politikası olan bağımsız Kürt devleti, İsrail tarafından
ensesine çökülmüş bir bölge, azınlık diktalarına ya da monarşilere hapsedilmiş,
ya da demokrasi olmaya çalışıyorsa düzenli olarak darbelerle tekrar dizayn
edilen bölge fikrinden uzaklaşacak mı göreceğiz. Suriye’nin en zengin zamanları
önce Roma ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaleti olarak zenginliğine
zenginlik kattığı zamanlar. Pax Romana ve Pax Ottomana bugün Türk’le ve Türkiye’ye
düşman nice coğrafyaya en müreffeh zamanlarını yaşattı. Onca petrole, genç
insan gücüne, doğal ve kültürel mirasına, yer altı ve yer üstü zenginliklerine
rağmen Yakın ve Orta Doğu bölgesinin bir asırdır iflah ve ihya olmamasının
sebebi birlik olunamaması ve atomize kimliklerin çarpışması.
Türkiye tarihsel sorumluluğuyla son
sürece müdahil oluyor. Askeri gücünü diplomasiyle harmanlayarak iyi sonuçlar
alıyor ancak tek başına altından kalkılacak bir yük değil. AfD ya da benzeri
Irkçı, kapanmacı, ayrıştırıcı güçlerin bölgeye bir önceki sistemden daha fazla
verebilecekleri bir şey yok. Son dönemdeki propagandaya bakılınca İslam’a ve
Avrupalı olamayan diğer milletlere dünyayı dar etme planları yaptıkları da
ortada. Bu çapulcuların Kudüs’ün ve bölgenin muazzam zenginliğini kıskanarak
yağmaya gelen Haçlılardan bir farkı yok ve benzer bir potansiyel taşıyorlar. Dünyanın
üçüncü büyük ekonomisi ve AB’nin lideri olan Almanya eğer uzattığı eli geri
çekmezse bu fırsat iyi kullanılmalı ve yeni bir eksen yaratılmalı. Medeniyetler
çatışması teziyle dünyayı karıştıracaklarının mesajın açıkça verenlerin planlarının
ikinci safhasını bozmanın tek yolu bu.